Emirdağ-I 257: Üstadımdan mahrumiyet, hapis musibetinden bin derece fazla beni sarstı (Feyzi)

Lahika'ya girsin. Kastamonu'nun Hüsrev'i ve Rüşdü'sü olan Feyzi ve Emin'in bir fıkralarıdır.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, üzerinize olsun.”

Pek çok sevgili, kıymettar, müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Evvela: Ramazan-ı şerifinizi ve leyle-i kadrinizi ve bayramınızı tebrik ve el ve ayaklarınızı öper, bu mübarek günlerde ve gecelerde makbul dualarınızı ve feyizli teveccühâtınızı bütün ruh u canımızla istirham ve kusurumuzun affını rica ediyoruz.

Sâniyen: Hakkında mübarek Üstadımız Hazretlerinin “ikinci Isparta” buyurmuş olduğu İnebolulu kardeşlerimiz, hakikaten bu teveccühe nailiyetlerini bilfiil ispat etmekte gayret ediyorlar. Bu yakınlarda Küçük İbrahim kardeşimiz buraya geldi. Uzunca görüştük, konuştuk. Ve İstanbul'dan Risale-i Nur yazmak için aldıkları acip makineyi ve yazma keyfiyetini iştişare ettik. Ve Emin kardeşimizle dedik ki: O makineden bir de buraya lazımdır. İbrahim kardeşimiz diyor ki, “Bu makine o kadar aciptir ki, bir defa güzelce tertip edildi mi, bin nüsha çıkıyor. Burada hacet yok. Hemen siz bize yardım ediniz. Bu hafta İstanbul'a kağıt, mürekkep almaya gideceğiz” dedi. (Haşiye) Biz de kabul ettik. Cenab-ı Hak hayırlı selametler ve muvaffakiyetler ihsan buyursun, âmin.

Haşiye: Emin kardeşimiz hemen üzerinde olan yüz kağıt parasını Risale-i Nur'un intişarına bir yardım olsun diye çıkarıp verdi. Bu kusurlu talebeniz de validemin Risale-i Nur'a vasiyeti olan yetmiş kağıdı verdik. Isparta kardeşlerimize de bir miktar göndermek istiyoruz. Üstadım! Evimiz, eşyamızı satıp Risale-i Nur'a vakfetmek istiyoruz.

Sevgili Üstadım! İnşallah يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِOnları karanlıklardan nura çıkarırır” (Bakara 2/257) âyetinin bir hakikati tecelli eder. Ve İmam Ali Radıyallahuanh'ın Risale-i Nur'un keyfiyet-i tenevvürüne ait tebşirinin bir sırrı zuhura gelir. Ve şemsü'ş-şumûs-u hidayet olan Kur'an-ı Hakîm'e bağlı Risale-i Nur, herbiri birer sirâc-ı vehhâc-ı vahdâniyet olan otuzüç adet Sözleriyle, hem herbiri birer kamer-i münîr-i marifet olan otuzüç adet Mektuplarıyla, hem herbiri birer necm-i hidayet olan otuzüç adet Lemalarıyla, hem herbiri birer kevkeb-i dürriyy-i hakikat olan otuzüç adet Şualarıyla, her biri birer maşrık-ı manevîde tulû edince, artık جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُHak geldi batıl zail oldu” (İsra 17/81) sırrıyla zulümât-ı küfürde boğulanların mazeretleri kalmaz. قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّİman küfürden şüphesiz iyice ayrılmıştır” (Bakara 2/256) ferman-ı celîlinin bir nüktesi zahir olur. Ve öyle olmasını ruh u canımızla Cenab-ı Erhamürrâhimîn'in rahmetinden niyaz ediyoruz.

Sevgili Üstadım! Şevket'e teslim ettiğimiz nurları teslim aldık. Emir Üstadımızındır, emrederseniz emin vasıtasıyla gönderelim. Çok arz-ı hürmetle ellerinizden öper, duanızı istirham eder.

Sâlisen: Bu aciz miskin kusurlu talebeniz, sevgili Üstadımızla geçirdiğim ramazanları ve leyâli-i mübarekeleri ve bayramları tekrar bu sene ramazan-ı şerifte hatırladım. Derinden derine bir mahzuniyet içinde âh ettim ve kendi kendime dedim ki, Denizli Hapsi musibetinden pek fazla bir musibet benim üzerime gelmiş. Bütün kardeşlerimden ziyade bu meselede benim zararım var. Çünkü hayatımda medar-ı tesellim, hayatımın hayatı, ruhumun ruhu, gönlümün süruru olan sevgili müşfik Üstadımın her vakit kālî, hâlî, maddi, manevi, ulvi, kudsi, nurlu, feyizli dersinden ve irşadından birdenbire maddi mahrumiyet, hapis musibetinden bin derece fazla beni sarstı. Hâlâ aklım başıma gelmedi. Bu dehşetli müfarakattan hasıl olan elim hâlime, belki bir teselli bulurum ümidiyle sevgili Üstadımızla beraber gittiğimiz ve Risale-i Nur ders verdiği ve tashih ettiği dağlara ve hâli derelere ve arasıra gidip, sevgili Üstadımın ihtiyar ettiği mevkilere varıp bakıyorum ki o vücud-u mesudu göremiyorum, birdenbire bana bir hâl oluyor. Güya o mevkiler, ağaçlar lisan-ı hâl ile diyorlarki: “Buraları ve bizleri nurlandıran ve bizlere cemadât nazarıyla değil, belki birer müsebbih ve birer zâkir nazarıyla bakıp bizi hakiki vazifemiz başında gören ve bizleri birer kaside gibi okuyan hakiki mütalaacı, kudsi mütefekkir, âli müfettiş olan Üstadın nerede? Sen bizleri tam okuyamıyorsun, tesbihlerimizi anlamıyorsun.” derler gibi bir hâl hissedince hüznüm daha ziyadelenerek, âh bu maddi müfarakat ne vakte kadar devam edecek diye sersem ve perişan olarak avdet ediyorum. Âh, bu nimet-i uzmânın şükrünü tam ifa edemediğimden bu pek dehşetli firâk cezası çektiriliyor. Kusur bendedir, ne çare kader böyleymiş. Hemen sevgili, müşfik Üstadımızın benimle hakiki sohbet etmek isteyen, Risale-i Nur'la meşgul olsun buyurduklarını hatırlayarak Nura müracaatla ancak o mahzuniyetim hafifleşiyor. Teselliyi ancak onda bulabiliyorum.

Evet Üstadım! Feyizli sohbetinize ve iltifatınıza nail olduğum dakikadan itibaren tasarruf-u manevinizi, gaflet anlarım müstesna, el-ân bütün vakitlerde hissetmekteyim. Kasemle temin ediyorum ki, bu hâle maddi müfarakat ve maddi uzaklık asla müdahale etmiyor. Hatta ne zaman Risale-i Nur'un hizmetinde kusurum olsa, şimdi de Üstadımdan bir mahcubiyet-i maneviyeyi ayânen huzurunda gibi hissediyordum. Ne zaman iki kardeş bir araya gelsek, mutlaka sevgili Üstadımızın zikr-i cemîli ve Risale-i Nur'un bir iki risalesinin mütalaası olacak ve kalplerimiz nurlanarak Cenab-ı Hakk'a hamd ü sena ve Üstadımızın selametine dua edilecek. Bunu bir vazife olarak biliyoruz.

Sevgili Üstadım! Bizim kusurumuza bakma. Bu mübarek günlerde makbul dualarınızda yâd ile teveccühâtınızı bizlerden esirgeme. Yakînen biliyoruz ki, sizde sıddıkiyet meşrebi galiptir. Her hususta şakirtlerinizin saadetini nefsinize tercih ettiğinizi biliyoruz. Tekrar tekrar ellerinizden öper, bayramınızı tebrik ediyoruz, sevgili Üstadımız Efendimiz.

Duanıza ve teveccühatınıza her zaman muhtaç

Kusurlu talebeniz

Feyzi, Emin

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.227