Emirdağ-I 321: Mustafa Sungur'un bir mektubu

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Pek mübarek ve muhterem ve müşfik Üstadım Efendim Hazretleri!

Evvela, el ve ayaklarınızı çok derin hürmetlerimle ebediyen öperim. Bu biçare ve zavallı genç talebenizin şu acizane mektubu o biçarenin Risale-i Nur'a karşı sonsuz hayranlığının çok ufak bir ifadesidir. Bundan bir sene evvel Kastamonu Gülköy Mektebinde bulunduğum bu Çalışlar Köyü'ne öğretmen olarak geldiğim zaman bütün aklım ve fikrim herşeyim gaflet perdesi altındaydı. Bütün hakaiklere aykırı uydurulmuş ve efsaneleşmiş yalan şeylerin peşinde çırpınıyordum. Hatta bütün mektep hayatı müddetince ve köyde gece yarılarına kadar gazete sütunlarında siyaset, efsane, roman yazılarını okuyor, gözlerim uykusuz kalan geceler sebebiyle ağrımaya başlıyordu. Radyo dinlemek, çalgı çalmak birinci ihtiyacım halindeydi. Sonra halk arasında çıkıp Süfyan Ordusu'nun yıkıcılığını bir inkılab halinde halka anlatmak merakında idim. Şimdi bütün ruh u canımla reddettiğim o sözlerin hemen hepsinde "Ey dâhilerin dâhisi, yarattığın gençlik.." vesaire gibi imansızların sözlerini söylüyordum. Şimdi bütün ömrümün nefesi kadar bu sözlerimi red ediyorum. Ve adeta şu ândaki biçare durumumla o zamandaki divane ve sefilane durumumu tahkir ediyorum. Beni bu durumlardan telkini ve irşadıyla Kuran yoluna çevirmeye sebep olan Fuad Hoca'ya ve benim Risale-i Nur yoluna girmeme sebep olan ve Nur'un kalplerine damlattığı ilham ateşleriyle bu zavallıyı aşka getiren Mustafa Osman gibi Safranbolulu kardeşlerime ve Risale-i Nur'un ilhamıyla ve mütalaasıyla eserler neşreden ve bu eserlerle hakikati bana telkin eden Şemseddin Yeşil'e ebediyen minnettarım. O zamanki gaflet ve küfran içinde geçen hayatıma bakarak bu günkü imanlı aşklı fakat en geride ve en zavallı hayatı çok mesut görüyorum. Ve bu bahtiyarlığa beni kavuşturan Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e yüzbinler defa şükür ediyorum. Ve o Kadîr-i Zülcelal'den bu fakir hakiri, bu zavallı biçareyi ve bu perişan âsiyi geniş şefkatiyle kabul eden Efendim Üstadım Hazretlerinden ebediyen razı olmasını binlerle niyaz ediyorum.

O nur-u iman yolundaki biçareliğimle haddim olmadan maddiyata tapan o bedbahtlara sanki şöyle diyesim geliyor ve diyorum:

Ey gaflet uykusu içinde yutturulan zehirlerle uyuşmuş sersemleşmiş, körleşmiş, sağırlaşmış ve behîmî zevklerle coşup insanlıktan milyonlar derece aşağı düşüp hakiki elemler ve ızdıraplar içinde çırpınan bedbahtlar. Gelin siz ve ben bütün bu hevaî şeylerden bu hayvanî arzulardan elimizi gönlümüzü çekelim. Ateş kaynayan sahrada kuruyan boğazımıza bir avuç su ihtiyacı gibi şu asırda esbab ve tabiat zehirleriyle uyuşan ve kuruyan ve ölüme yüz tutan kalbimiz bir nur-u iman istiyor. Bir âb-ı hayat bekliyor. Gelin bütün dünyamızı ve içindekileri ebedi terk ile hakaik-i Kuraniyenin önünde diz çökelim. Ve o hakaikin gösterdiği ebedi saadet yoluna dönelim. Evvelce yürüdüğümüz şekavet ve helaket yolunun kirlerinden ve çirkef küfür ve dalaletten arınmak temizlenmek için nur denizine dalalım. Ve bu günün ve bu asrın rehber-i saadeti olan ve bu asırda saadet-i ebediyenin en birinci vesilesi olan nur medresesine Risale-i Nur derslerine koşalım. Saatlerce günlerce yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri hayal peşinden o felaket yolundan ayrılalım, vazgeçelim, zulmetten nura dönelim. Otuz senedenberi yalnız rıza-yı ilahi için kimseden minnet ve alkış istemeden aklın ve havsalanın kabul etmeyeceği beşer vücudunun tahammül edemeyeceği câniyane zulümlere göğüs geren Bediüzzaman Said Nursi efendimizin önüne gelelim. Onun derslerine gönül bağlayalım. Onun risalelerini üstad edinelim. O zat bizden alkış istemez, hediye istemez, ücret istemez, hürmet istemez. Yalnız bir şey ister, “imanını kurtar, maddeye bakma manaya bak, aciz insana tapma, Allah'a tap.”

Evet ey gafil ve dalalet yolundaki eski arkadaşlarım! O zât şu anda bulunduğu kemalat-ı insaniyenin zirvesinde kendini küçük göstermek istiyor, edna göstermek istiyor. Öyle iken bizim divane yalancı kahramanlarımız yuvarlandıkları adi ve pis çukurda kendilerini yüksekte görüp milyonlara da göstermek istiyor. Ve öylede hergün ve her fırsat buldukça "ben şunu yaptım, ben bunu yaptım" diye yıktıkları maneviyat ve insanlık âbidesini ilan ederek milyonlardan da alkış, minnettarlık dileniyorlar. Vâesefâ ve vâveyletâ, milyonlar esefler ve yazıklar olsun onlara ve onların câniyâne ve şakiyâne kahramanlıklarını takdir ve tebrik edenlere. Sonra gelin bakın o Üstad'ın ve Nur'un talebelerine bakın. Onlardaki sadakatin bağlılığın derecesine bakın. Onlardaki ihlasın aşkın imanın ve yüzlerindeki nurun kuvvetine bakın. Ve öyle ise gelin bakıp bakıp ta hayran kaldığımız o mübareklerin gittiği yola gidelim.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Duanıza çok muhtaç, çok kusurlu talebeniz

Mustafa Sungur

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.385