Emirdağ-I 343: Ehl-i Beyt'e gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek ruhumu ezer

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Aziz, muhterem kardeşim!

Evvela: Zâtınızın ehemmiyetli mektubunu aldım. Fakat gücenmeyiniz, istediğiniz gibi uzun cevap yazamıyorum. Çünkü üç aydan beri tesemmüm neticesi olarak yatak içindeyim. Pek zahmetle zaruri işlerimi görüyorum. Yalnız bir tek çocuk gelir, sobamı yakar, ekmeğimi getirir. Hem Risale-i Nur’a ait pek çok meşgalelerim var ki, bir dakika vakit bulamıyorum. Mesela, 400 sahifeli Zülfikar’ları birkaç gün zarfında tashih etmeye mecbur oluyorum. Burada yardımcı yalnız sobamı yakan, ekmeğimi getiren çocuktur. Yalnız sizden başka bir tarafla muhabere edemiyorum. Hatta yirmi sene talebem ve öz kardeşim Abdülmecid’e senede bir-iki mektup yazamıyorum. Senin gibi ehl-i tetkik bir âlimle uzun uzadıya konuşmaya vakit bulamıyorum, gücenmeyiniz.

Sâniyen: Bin üç yüz seneden beri âlem-i İslamı ağlatan ve bütün ehl-i hakikate “Eyvahlar! Yazıklar olsun!” dediren âlem-i İslamın en dehşetli büyük yarasını deşmek, düşünmek, benim hususi meşrebimde tahammülüm fevkinde elem veriyor. Hususen yirmi beş seneden beri ihlâs ile hakiki hizmet-i imaniye, beni her nevi siyasetten çektiği ve yirmi beş sene zarfında bir gazeteyi okutturmadığı gibi, yirmi sene bu işkenceli esaretimde hayat-ı siyasiyeye bakmamak için hükümete müdafaat-ı hapsiyeden başka müracaat etmeyen ve vazife-i imaniyeye noksan gelmemek ve ihlâs kırılmamak ve siyasete bulaşmamak için on sene bu dehşetli harb-i umumiye bakmayan, baktırmayan bir hâlet-i ruhiyeyi taşımaya mecburiyetim varken, şimdi dehşetli ejderhalar hakaik-i imaniye cephesinde ehl-i imana gözümüz önünde saldırmalarından ve çokları ısırmalarından, ehl-i imanı kurtarmak mecburiyeti Kuran’ın emriyle varken, bu zamanı bırakıp eski zamana gidip, Ehl-i Beyt'e gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek, daha ziyade ruhumu ezer ve kuvve-i mâneviyeyi kırıp ruhuma azap azap üstüne gelmektir.

Zâlim siyasetin gaddarâne bir düsturu olan “Cemaat için fert feda edilir” diye çok zâlimâne pek çok vukuatı, ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiye namında hâkimiyetine bir maslahat göstermişler. Hatta bu asırda, o gaddar düsturun hükmüyle, bir adamın hatâsıyla bir köyü mahveder. Beş on adamın, onların siyasetine zarar vermek tevehhümüyle, binler adamı perişan eder.

İşte eski zamanda bir derece siyasetin bu gaddar düsturu İslamlar içine girdiğinden, siyasette bu müthiş düsturlar karşısında, mecburiyetle Selef-i Salihîn sükûtla ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin imamları o kapıları kapamak,

طَهَّرَ اللّٰهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا

“Allah ellerimizi (o kanlı hâdiselerden) temiz kıldı; o halde biz de (o hâdiselerden bahsetmeyip) dilimizi temiz tutalım.”

deyip o kapıları açmıyorlar.

Madem Ehl-i Beyte zulmedenler şimdi âhirette cezasını öyle bir tarzda görüyorlar ki, bizim onlara hücumla yardımımıza bir ihtiyaç kalmıyor. Ve mazlum Ehl-i Beyt, muvakkat bir azap ve zahmet mukabilinde o derece yüksek bir mükâfat görmüşler ki, aklımız ihata etmiyor. Değil şimdi onlara acımak, belki onları o hadsiz rahmete mazhariyetleri noktasında binler tebrik etmek gerektir ki, birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve bâki saadetler âhirette kazandıkları gibi, dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fâni saltanatı ve muvakkat hâkimiyeti ve karışık siyasetine bedel manevi birer sultan ve hakikat âleminde birer şâh, birer manevi padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalara, aktâblara kumandan oldular. Kazançları bire bin değil, milyonlardır.

İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbanî (r.a.), Gavs-ı Âzam (r.a.) ve İmam-ı Gazalî (r.a.), Zeynelâbidin (r.a.) -hususen Cevşenü’l-Kebîr münâcâtını bu iki imamdan ders almışım- ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususen Cevşenü’l-Kebîr’le daima onlara manevi irtibatımda, geçmiş hakikati ve şimdiki Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım. Zâlimlerin gaddarlıklarını değil deşmek, bakmak, belki düşünmek de meşrebimize gelmiyor. Çünkü onlar mücâzâtını ve mazlumlar mükâfatını, aklımızın fevkinde görmüşler. O meselelerle meşgul olmak, şimdiki bu hazır musibet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kuraniyeye zarar verir.

Ulema-i ilm-i kelâmın ve usûlü’d-din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin dâhi muhakkiklerinin İslamî akidelere dair çok tetkik ve muhakematla ve âyât ve hadisleri muvazene ile kabul ettikleri usûlü’d-din düsturları, şimdiki Risale-i Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-i ihlâs tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslam içine giriyor. Şialıkta mutaassıp ve Vehhâbîlikte de müfrit, feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeye başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hatta bazı misyonerler de, din-i İsâ’nın (a.s.) hakiki ruhânîsi de o daireye gireceklerine emâreler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüd, bir musâlaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali’nin (r.a.) otuz kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müthiş yaralarına tam bir ilaçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz.

İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakiki üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zahirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i mânevîsine ve kemâlât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velâyetine ve vârisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için, iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünüyor. Ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habis herifler müstesna, ötekilerin kısm-ı âzamı, İmam-ı Ali’nin (r.a.) harika kemâlâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil, belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmaya çalışmışlar, hata etmişler.

Hâricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dahilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa, hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için, daire-i İslamiyede eskiden beri tarafgirâne birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslam o dahilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-ı İslamiye muktezasıdır.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Hasta Kardeşiniz

Said Nursî

Bir haşiyecik: En sıkıntılı zamanımda imdadıma koştuğunuzdan ve tesellikâr yazmanızdan, zâtınızdan şimdi sıkıntılı ruhuma ferah verecek şeyler yazmanızı beklerdim. Benim bedelime nurlara hizmet intizarında ümidimi yine senden bekliyorum.

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.448

Emirdağ Lahikası I, Envar Neşriyat, s.209

Emirdağ Lahikası I, Tenvir Neşriyat, s.197