Emirdağ-I 336: Garip Bir Münazara-i Nefsiye

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela, garip bir münazara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, bera-yı malumat size yazmak hatırıma geldi. Şöyle ki: Başım üstündeki sizce malum levha, nefsimi tam susturduğu halde, bu gece nefs-i emmarenin silahını daha musırrane istimal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaât ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acip bir haletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir meyusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs-ı zevk ve lezzetle kalb ve ruhuma tam ilişti. “Ne için istirahat-ı hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür, kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?” dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.

Birincisi: Madem Risale-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade hâlisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle itham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlas ile o vazife devam edecek. Hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir, fakat âdi şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münakkidleri, o şahsiyeti itham edebilir ve Risale-i Nur'a ihlassızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirirler. Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbettar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, "baş üstüne geldin" demek gerektir.

Hem madem Nur şakirdlerinden çokları hem malını, hem istirahatını, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar, sen ey nefsim neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin?

Hem katiyen bil ki, çok biçarelerin hayat-ı bâkiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fâni ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.

İkincisi: Nasılki âciz, zayıf bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa; ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli zaafına yardımdan ziyade ondan yardım istedikleri halde; o biçare de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye çalışmak çok elîm ve zevksiz olması gibi.. aynen öyle de, ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare! Bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kuran’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlahiye ile elimize verilen Risale-i Nur'daki hakikatlara o şahıs masdar ve menba ve medar olamaz. Belki yalnız çok biçare ve muhtaç ve Kuran kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeye bir vesile olduğum halde, Nurun muhlis ve hâlis, sıddık ve sadık, safi ve fedakâr şakirdleri, o biçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad namı verdikleri o biçare şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridatın verdiği tevahhuş için, hatta dostlarla dahi hizmet-i Nuriye olmazsa görüşmeyi terkediyorum ve etmeye ruhen mecbur oluyorum ve tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeye ve ziyade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlasa tam münâfi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak haletleri ise, ey nefsim, meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.

Ey nefis! Ey zevke mübtela bedbaht kör hissiyat! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Madem yüzde doksan mazideki ahbab âdeta güya beni berzaha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmaya mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı maneviyesi bin derece müreccahtır diye bu iki hakikatle hadsiz şükürler olsun o ikinci nefs-i emmare tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke razı oldu, şeytan dahi sustu. Hatta damarlarımdaki maddi hastalık da gayet hafifleşti.

Elhasıl: Ölsem, vazife-i nuriye daha ziyade ihlas ile rekabetsiz, ittihamsız inkişaf eder. Hem bu zamanda aramadığım cüzî, muvakkat zevk ve bu hayat ve dünya gözüyle fütuhat-ı Nuriyeden gelen lezzet bedeline, çok ağır, soğuk ve nâhoş tekellüf elemlerinden ve hodfüruşluk zahmetlerinden ve tasannu zararlarından kurtulmak vardır.

Hem bu senede bir defa ey nefis; ruh ve kalb ile beraber çok müştak olduklarınız eski zevkli ve hayatımdaki yaşadığım memleketleri ve ünsiyet ettiğim ahbabları ve müfarakatlerinden çok mahzun olduğum kardeşleri görmek için beraber, kısmen hakikaten, kısmen hayalen o geçmiş mazide gezdin. Sen de gördün ki, o sevimli, müteaddid vatanlarımda, yüzde ancak bir iki ahbabı bulabildin. Ötekiler, bütün berzah âlemine göçmüşler ve o sevimli hayat levhaları değişmiş, elîm ve hazîn bir vaziyet almış. Daha o ahbabsız yerleri görmek istenilmez. Onun için bu hayat ve bu dünya bizi kovmadan evvel ve "haydi dışarıya" demeden, biz kemal-i izzetle, "Allah'a ısmarladık" deyip izzetimizle bu fâni zevklerimizi bırakmalıyız.

[Yukarıdaki "elhasıl" ile başlayan kısım beş maddelik levhaya ilave edilsin.] (*)

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Umum kardeşlerimize binler selam ve dua eden,

hasta fakat tam mesrur kardeşiniz

Said Nursî

* Bu levha için bk. Emirdağ-I 328 (Hazırlayan)

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.424

Emirdağ Lahikası I, Envar Neşriyat, s.199

Emirdağ Lahikası I, Tenvir Neşriyat, s.188