Emirdağ-I 369: Üstadımızın tercüme-i haline kısaca bir nazar (Abdurrahman Salahaddin)

[İnebolu havalisindeki umum Nur şakirdleri namına Salahaddin’in Üstadının tarihçe-i hayatından çıkardığı bir kısacık hulasanın bir parçasıdır.]

Üstadımızın tercüme-i haline kısaca bir nazar

Şark İsyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bediüzzaman’ı şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettikleri zaman cevaben demiş: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk Milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafi’lerinin torunlarına yani Türk Milletine kılıç çekilmez ve ben de çekmem.” diyerek hem redd-i cevab vermiş, hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.

Eski Harb-i Umumî’de taarruz eden Rus ordularına karşı Bitlis Millî kuvvetleri kumandanı olarak çok faik kuvvetlerle hücum eden Rus ordusuna günlerce ve kahramanca müdafaa ile şehirdeki bütün mühimmat ve erzak ve halkın ve askerin cihazatının taşınmasını temin etmiş, yaralandığı halde geri çekilmeyi şahsen züll saydığından gazilik makamıyla da karargâhında son mermisine kadar şerefle döğüşmüş, nihayet bilmecburiye Ruslara esir düşmüştür. Dininin ve vatan ve milletinin selâmeti için hayatını fedadan çekinmeyen bu kahraman kumandana üç Rus mermisi isabet etmiş. Biri kalbinin üzerindeki maden tabakayı deliyor, iç çamaşırda kalıyor. İkincisi sol tarafta hançerin sapını delerek duruyor. Üçüncüsü omuzunda hafif bir yara açar. Nihayet Bitlis’in hîn-i sukutunda ayağı kırılmış ve omuzu mecruh bir halde Ruslara esir düşüyor.

Sibirya’da üsera ikametgâhlarında iki sene üç ay kalmış. Bu müddet zarfında, esir olan doksan zabit kardeşlerinin maneviyatlarını takviye etmiş. Sonra Varşova yoluyla İstanbul’a gelmiştir. O sırada İngiltere Anglikan Kiliseleri başpiskoposunun Hürriyet’ten sonra padişah hükümetinden sorduğu suallere cevap veren ve Lemaat, Katre, Zerre, Habbe, Kızıl Îcaz ve İşarat-ül İ’caz namında yazdığı arabî eserleri okuyanlara mevcudatın tılsımını keşf ile bir hakikat yolu açılması, o vakit makarr-ı ulema olan İstanbul ile Hicaz, Yemen, Mısır, Suriye, Irak, İran, Afgan ve Hindistan ulemasının teması bulunduğundan bu eserleri kendi eserlerine mehaz tutmaları için Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye a’zalığında vazife-i ilmiye ve diniye ile meşgul olmuştur.

Onsekiz sene sonra, kırk sene evvel çekirdeği yazılan Beşinci Şua’ın ele geçmesi ve Âyet-i Kübra’nın tabı münasebetiyle her tarafta toplattırılan ve aranılan binlerle Risale-i Nur eczalarının ve ifadeye celbedilen yüzlerle Risale-i Nur talebelerinden ancak 120 temiz nasiyeli, saf kalbli ve düşünceli dindar Türklerin dokuz ay Denizli’de mevkufiyeti ve yüz otuzbeş parça Risale-i Nur eczalarının Ankara’dan bir heyet-i ilmiyenin tedkikinde Kuran'ın hakiki bir tefsiri olduğu ilmî raporla tevsîk ve tasdik edilmesinden, eserlerle beraber mahpus ve istintak edilen 120 talebenin beraetiyle neticelenir. Hazret-i Üstad da Afyon’a ikamete memur ediliyor.

Yetmişlik bir ömrün onbir mühim hâdisesi ve bu tehlikeli madde ve tabiat ve enaniyet asrında bu vücudun yegâne vazifesi, gayesi, emeli ve arzusu insanların imanlarını kurtarmak olduğunu; hem mutlakiyet, hem meşrutiyet, hem cumhuriyet devrinde ayrı ayrı gayet muhakkik, müdakkik ulema ve hukema ve fuzalânın ve gayet kurnaz şeytan ve evhamlı casus ve feylesofların inceden inceye yirmi sene tahkik ve tedkik ve tahlili neticesinde dünyevî ve siyasî hiçbir maksad olmadığı kati anlaşılmıştır. Kuran-ı Kerim’in ve hadîs-i şerifin binlerle hakikatlarını isbat eden Risale-i Nur’u hiçbir dindar âlim veya dinsiz bir feylesof bir kelimesini dahi cerh ve nakz edememiştir ve tasdike mecbur olmuşlardır.

Yirmiüç senede tamamlanan Risale-i Nur, Resail-in Nur, Risalet-ün Nur adlı 140 parça eserler Kuran-ı Azîm ve hadîs-i şerifin evvelki asırlarda meşkuk ve şüpheli bıraktırılmış veya rumuzlu veya şümullü ve mecazî yazdırılmış tefsirlerden alınmış değildir. Menba yalnız Kuran'dan, hadîsten asrımızda tereşşuh etmiştir. Üstadımız der: “Beyanatımız Kuran-ı Hakîm’in feyzindendir. Nefsi teslime, kalbi kabule ihzardan ibarettir. Asıl söz ise Kuran'ındır. Zira söz odur ve söz onundur.” Ve kendine has bir usûl-ü tedris bularak, beş vilayet büyüklüğündeki Medreset-üz Zehra’sında milyonlarla talebeye hocalık eder. Ulûm-u diniye ile fünun-u asriyeyi mezc ve hakaik-i diniyeyi fünun-u müsbete ile teyid ve teşyid etmek suretiyle talebenin fikir ve imanının tenvirine çalışır. İstediği anda hocasından istediği dersi alabilir. Ve Nur’dan aldığı ders ile amel ettiği takdirde de imanını muhafaza edebilir.

Risale-i Nur’un bir hulasası makamında olan bu Asâ-yı Musa risale-i mecmuasını dikkatli anlayarak okuyan veya dinleyen bilâ istisna dinli, dinsiz, âlim, cahil herkes İslâmiyetin esası olan imanın altı şartını tamamen diliyle ikrar ve kalbiyle tasdik etmekle beraber imanını muhafaza, İslâm’ın binası olan namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, zekat vermeyi, kelime-i şehadet getirmeyi kendine vazife-i asliye bilecektir. Risale-i Nur’u okumaya, yazmaya ve neşretmeye çalışan ferdler, cemiyetler, milletler, devletler dünyevî ve uhrevî fenalıklardan kurtulacak ve zulmetten nura çıkacak, saadet ve selâmet temin edecektir. Risale-i Nur’un hulasası olan Asâ-yı Musa mecmuası atomdan daha kuvvetli ve tesirli ve nurlu bir silah ve hikmetli bir asâdır. Atom gibi beşeriyetin ve medeniyetin tahribine değil, saadet ve selâmetine çalışır.

هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

“Bu Rabbimin bir fazlıdır.” (Neml Sûresi, 27:40)

Umum İnebolu Nur şakirdleri namına

Abdurrahman Salahaddin

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.3, s.53

Asa-yı Musa, Altınbaşak Neşriyat, s.268

Bu parça, Abdurrahman Salahaddin tarafından hazırlanan tercüme-i hal’den özetlenerek alınıp Âyet-ül Kübra mecmuaların sonuna eklenmiştir. Tamamı için bk. Emirdağ-I 100 (Hazırlayan)