Emirdağ-I 361: Hilmi Bey ile bir Hasbihal

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

-Esselamu Aleyküm-

Eski dahiliye vekili, şimdi parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey!

Evvela: Yirmi sene zarfında bir tek istida Dahiliye Vekili iken sana yazdım. Fakat yirmi senelik kaidemi bozmadım, vermedim. İstersen sana okuyacağım. Hem eski dahiliye vekili, hem şimdi kâtib-i umumi sıfatlarıyla seninle konuşacağım. Yirmi sene hükümetle konuşmayan, tek bir defa yine hükümet hesabına hükümetin büyük bir rüknü ile konuşan adam, on saat kadar söylese azdır. Onun için siz, benimle konuşmayı bir iki saat müsaade ediniz.

Sâniyen: Şimdi partinin kâtib-i umumisi itibarıyla size bir hakikati beyan etmeye kendimi mecbur biliyorum. Hakikat de şudur: Sen kâtib-i umumi olduğun Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur:

Bin seneden beri âlem-i İslamiyeti kahramanlığıyla memnun eden ve vahdet-i İslamiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kuran’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kuraniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size katiyen haber veriyorum ve kati hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslamın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslamı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, âlem-i İslamın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.

Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kuran kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakayı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibâhe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslamiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslamiyette bulmuş bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kuraniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.

İkinci cereyan: Âlem-i İslamdaki müstemlekâtlarını kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslamiyeyi dinsizlikle itham etmekle bozmak ve âlem-i İslamın irtibatını mânen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevirmek gibi bir planla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş. Eğer bu cereyanın aklı başında olsa, bu dehşetli planı değiştirip, hariçteki âlem-i İslamı okşadığı gibi, bu merkezdeki İslamiyet dinini okşasa, hem o da çok istifade eder, hem azîm fütuhatını bir derece muhafaza eder, hem bu vatan ve millet dehşetli belâdan kurtulur. Eğer şimdi siz kâtib-i umumi olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılap namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılap iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslam ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir manevi azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılapçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.

Sâlisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahilî ve haricî muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin haline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için mecburiyetle sebebine baktım ki, size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlup ederdi. Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri anane-i İslamiye ile, ruh ve kalble bağlanmış. Zahiren muhalif-i fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfürû etse de, kalben bağlanmaz.

Hem, bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatin çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.

Bu asrın Kuran’a şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir. Siz, şimdiye kadar gelen inkılap kusurlarını üç dört adamlara verip şimdiye kadar umumi harp ve sair inkılapların icbarıyla yapılan tahribatları -hususen anane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız, hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza kefaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek "milliyetperver, hamiyetperver" namına müstehak olursunuz.

Râbian: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz. Ve madem o kati ölüm ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir, yüz bin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez. Ve madem Kuran, o idam-ı ebedîyi, ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi ispat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilakis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu on iki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkep ehl-i vukufunuz Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler. Ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kuranî olduğuna Türk milletinden, hususen mektep görmüş gençlerden yüz bin şahit gösterebilirim. Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevi çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz. Bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır.

Said Nursî

Küçük bir Hâşiye: Hilmi Bey! Tali’in var. Ben hapiste ve burada iken hakkımda seni merhametsiz gördüm. Ne vakit hiddet ettim, bedduayı niyet ettim; Hilmi Bey namında benim bir kardeşim ve Nurun has bir şakirdini her vakit hayırlı duamda ismiyle zikrettiğimden, sana beddua niyet ederken, bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi âdeta şefaatçi oldu, beni menetti. Ben de o niyetten vazgeçtim. Senin beni tazip eden memurlarından gelen eziyete tahammül edip o bedduadan vazgeçtim. Çok defa hayret ediyordum. Bana bu kadar sebepsiz azap vermekle beraber sana hiddet etmiyordum. Demek en sonunda seninle dost olacağız diye o hiss-i kablelvuku ile kalbe gelmiş.

Hâşiye: Mu’cizatlı harika Kuranımızı dört senedir bize vermedikleri gibi, kırk sene evvel avcı hattında telif edilmiş ve o zamanın başkumandanı Enver Paşa’nın da bu hayra şerik olmak için ısrarla tab kâğıdını verdiği Arabî ve harb yadigârı ve dört mahkemenin ona hiç el uzatmadığı tefsirimi bu defa İslamiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes zamanında, onun parlak dindarane icraatına leke sürmek için evrak-ı muzırra gibi benden alarak Afyon’a gönderdiklerini kemal-i teessüfle arzediyoruz. Bizler ruh u canımızla dinin serbestiyetine ve hürriyet-i vicdana çalışan Adnan Menderes’in muvaffakiyetine dua ile beraber, üç ehl-i vukuf ve dört mahkemenin medar-ı mesuliyet bulmadıkları ve iki defa tamamını müsadereden sonra bize iade ettikleri Nur risalelerinin serbestiyetine resmen emir vermesini rica ediyoruz. Bununla yüzbinlerle hakiki müminlerin duasını kazanacaksınız.

Said Nursî

Bu istida, yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde, bir hiddet zamanında bir defa olarak beni tazib eden Dahiliye sâbık vekili Hilmi'ye hitaben yazılmış, bera-yı malumat Afyon Emniyet Müdürü'ne gönderilmiş. Bu yüzden manasız, lüzumsuz dört beş defa bana sıkıntı verdiler. "Senin yazın böyle değil, kim sana böyle yazmış?" diye resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: "Böylelere müracaat edilmez, yirmi sene sükûtum haklı imiş."

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.3, s.27

Emirdağ Lahikası I, Envar Neşriyat, s.217

Emirdağ Lahikası I, Tenvir Neşriyat, s.206