Emirdağ-I 353: Resmî hocalara bağırarak dedim: Ey insafsızlar!

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelen: Kastamonu'da, sekiz sene mübarek mahdumu ve merhum refikasıyla Risale-i Nur'a fevkalâde bir sadakatle çalışan ve kalemiyle Risale-i Nur'a çok hizmet eden ve çokları Nur dairesine getiren ve hapishanede kendi gibi kahramanlardan olan Sadık Bey'le hem istirahatime, hem Nur şakirdlerinin tesanüdüne ehemmiyetli hizmet eden ve Feyzi ve Emin ve İhsan ve Ahmedler gibi has kardeşlerimizle, yine Kastamonu'da nurlara hizmet eden “Küçük Şeyh” namında Hilmi Bey bana mektubunda, Nurcu olan refikasının vefatını bildiriyor. O merhume hakkında medar-ı şükrandır ki, bir iki aydır, dualarımda “Zehralar” dediğim vakit, “Hacerler” de derdim. İçinde o merhumeyi de niyet ediyordum, vefatını bilmiyordum. Cenab-ı Hak, ona binler rahmet eylesin ve akrabasına sabr-ı cemil ihsan etsin, âmin!

Sâniyen: Zülfikar'daki gayet şirin yazısı, gayet haşmetli tarzı ve pek az yanlışları, onu yazan ve çıkarana harika bir yadigar-ı ebedidir. Hüsrev'in çok az ve ehemmiyetsiz yanlışlarını çok görmesi ve kendini kusurlu bilmesi onun kemaline ve tevazuuna delildir. Evet cetveldeki yanlışları bir kısmı makineye aittir, hususen sönük kısmında. Bir kısmı da mehaz olan nüshalara aittir. Pek az bir kısmı hem manasını bozmayan ehemmiyetsiz sehivler Hüsrev'e ait olabilir. O sehivden mahcubiyet değil bilakis bu azim eserde çok az sehiv büyük bir hünerdir. Hem ben, sabırsızlıkla bu sıhhatli ye dikkatli kalemin çabuk Asa-yı Musa'yı da yazıp makina kahramanlarına versin, çıksın. Bizi çok zahmetli tashihattan kurtarıp o nüshalar bizim bedelimize her yerde tashihata mehaz ve medar olsun diye bekliyorum.

Sâlisen: Risale-i Nur dairesinde bulunan ve bilfiil çalışan hocalardan ve Konya hocalarından başka sair hocalara, bugünlerde tashihat yaparken şiddetli bir hiddet bana geldi. Çünkü arabî okumayan Nur şâkirdlerinin fedakarları, arabî bilmemesinden sehivler, hatâlar oluyor. Ben de zahmet çektiğimden, hem eski talebelerimden olan hocalara ve kardeşime, hem şimdiki Ankara'da ve İstanbul'daki resmî hocalara bağırarak dedim: “Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i imaniyede bana yardım etmiyorsunuz. Belki de sizin lâkaytlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. İmam-ı Ali'nin (r.a.) ahir zamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokattan hissedar oluyorsunuz” diye dehşetli bir itiraz kalbe gelirken, birden kalbini bozmayan hocaları müdafaa etmek için üç mana ihtar edildi.

Birincisi: Resmen iki büyük merkezde iki heyet-i ilmiye, beyanı münasip olmayan çok esbaba binaen, her vesileyle, hoca kısımlarını Risale-i Nur'dan çekmek için çok vasıtaları istimal ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maişet belâsıyla biçare hocaları dairelerine çekip, nurlardan uzaklaştırıyorlar. Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derd-i maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dinî kendi imanını kurtaracak derecesindedir zannıyla lâkayt kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetva buluyor.

İkinci Mânâ: Bu kadar dehşetli bir hücum ve tazyike maruz kalan Risale-i Nur şakirdlerini, evham yüzünden, güya Menemen ve Şeyh Said vakıaları gibi bir hâdisenin ihtimali var diye iki defa imha için, hem perde altında eskidenberi düşmanlarım, hem resmen kanun ve idare ve siyaset cihetinde merhametsiz bir surette bazı erkân-ı hükümetin bizi iki defa hapis ve ittiham etmesi ve resmî ve gayr-ı resmî propagandalarla herkesi bizden ve Nurlardan ürkütmesiyle elbette hassas ve bir derece zayıf hocalara ehemmiyetli bir korku verip bir mazeret olur. Onun için, ekseriyet değil, belki yalnız fevkalâde bir cesaret ve gayret taşıyan bir kısım hocalar, Nurlar dairesine girip, girmeyenleri de bir derece affettirdiler.

Üçüncü Mânâ: Şimdilik tehir edildi. Mesela bazı hocalar, minare kadar yüksek bir adamı, hem alnında zahir okunacak bir yazı bulunacak, hem birden eli bir su ile delinecek gibi hakikatin perdesi olan teşbihleri hakikat zannetmek bahanesiyle, Nurun bazı ihbarat-ı gaybiyesi, sathî nazarlarına muvafık gelmiyor, ona daha yanaşmıyorlar.

Râbian: Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur'da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü'minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakikattir ki; hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak, dünya maksadları ona karışmayacak. Tâ ki, uzakda olan ehl-i iman, o hakikata ve sâdık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.

Evet o ehl-i iman, lisan-ı hal ile diyecek ki: Madem bu hakikati, bu kadar şiddetli düşmanları onu çürütemediler ve itiraz edemiyorlar ve şâkirdleri, hakdan başka onun hizmetinde hiçbir maksad taşımıyorlar; elbette o hakikat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikattir diye bin burhan kadar delil hükmünde imanını kuvvetlendirir ve kurtarır ve "İslamiyette bir hakikatsizlik mi var?” diye daha evhama düşmeyecekler.

Hâmisen: İki defadır, himmeti uzun, eli kısa Abdurrahman Salahaddin, Asâ-yı Mûsa'yı ve Zülfikar'ın bir kısmını Câmi-ül Ezher'e göndermek istemiş, hilâf-ı me'mul olarak, o lüzumlu ve ehemmiyetli yere bazı esbaba binaen gitmemiş.

ُاَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ

“Hayr, Allah’ın takdir ettiğindedir.”

kaidesince, belki ben o iki nüshaya bakmadığım ve tashih edemediğim için, o inceden inceye herşeyi tetkik eden ulema heyetine, tam bir tashih gördükten sonra, hem tam Zülfikar ve Asâ-yı Musa beraber olarak gitmek münasiptir diye kalbime geldi. Belki ehemmiyetli ve ulemanın itirazını celb edecek sehivler içinde var. Onun için o iki risaleyi Salâhaddin bana göndersin ki, ben bakacağım. Sonra inşallah hem tam Zülfikar’ı, hem Asâ-yı Musa ile, hem Tılsım mecmuası ile, hem ehemmiyetli bir beyanname ile beraber göndereceğiz.

Sâdisen: Sadakati, ihlası, gayreti, ihtiyatından pek ziyade olan has ve faal kardeşimiz Mustafa Osman, kanaat etmeyerek Isparta tarîkinin fevkinde Emirdağ ile dahi muhaberesi nazar-ı dikkati celb etmiş ki, o mektubunda yazıyor: “Emirdağından gelen bir mektubumuzu açmıştılar.” Her ne ise ehemmiyeti yok. Fakat ihtiyat lazımdır. O ve çok fedakâr arkadaşları hakikaten Risale-i Nur'a pek büyük bir ciddiyet ve iştiyak ile çalışıyorlar. Mektubunda isimleri bulunan o kahramanlara çok selam ve muvaffakiyetlerine dua ve hizmetlerini tebrik ederiz.

Sâbian: Üstadlarımdan birisi olan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin (k.s.) mensuplarından olduğu anlaşılan eczacı Hacı Abdüllatif’in mektubundan anlaşılıyor ki, bilerek, tam takdir ederek Nurlara hizmet edecektir. Zaten ben bekliyordum ki, Mevlevîlerden bazı Nur kahramanları çıksın. İnşallah birisi bu olacak. Ona çok selam ederim. Hususi mektup yazmaya halim müsaade etmediği için gücenmesinler. Orada, Sabri ve mahdumları ve Nur şakirtlerine ve başta Hoca Vehbi Hazretleri olarak hocalarına çok selam eder ve dualarını bekleriz. Umum kardeşler ve hemşirelerime binler selam. (Haşiye)

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Hasta fakat memnun kardeşiniz

Said Nursî

Haşiye: İşarat-ül İ'caz arabî tefsirden benim hususi ve ciltli nüsham Kastamonu'da. Çaycı Emin ve Feyzi'den isteyiniz. Bana lüzumu var, buraya gönderiniz. Said Nursî

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.3, s.1

Emirdağ Lahikası I, Envar Neşriyat, s.213

Emirdağ Lahikası I, Tenvir Neşriyat, s.201