Emirdağ-I 348: Mustafa Osman’ın uzun bir mektubu

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Aziz Üstadım! (Haşiye)

Bu hafta zâtınıza mahsus iken terahhumen telattufen biz zavallı ve biçare şakirdlerinize hediye ettiğiniz Garip Bir Münazara-i Nefsiye'yi aldık. Bizlere Nur yolunda en kuvvetli, en faydalı hakikat dersini veren bu kıymetli lütufnameniz bizi nurlara garketmekle beraber kabil-i iltiyam olmayan dehşetli yaralarımızı yine deşti, ızdırap ve kederlerimizi kat kat artırdı. Âh nasıl müteessir olmayalım, nasıl âh u figan etmeyelim? O aziz nur Üstad, Nurların fütuhatlar devresini, Allah’ın bu zafer-i nihaîsini dünya gözüyle seyrediyorken, vazifesinin hitama erdiğini bütün mesai ve teşebbüsat-ı maneviyesinin meyvelerinin sünbüllenerek inkişafta olduğunu müşahede ederek âhirzamanda deruhde ettiği vazife-i ıslahı îfa ettiğinden gelen kudsî ve İlahî bir zevkle bu hayat-ı fâniyeden katiyen çekilerek âlem-i berzahtaki milyonlar sevgilileri olan hanedan-ı Nur’a iltihak etmek istiyorlar. Ve böyle bir mevzu ile bizim yaralarımıza en şâfi merhemi şimdiden sürerek bir teselli kapısını merhametle bizlere açıyorlar. Ve bu vesile ile de en kudsî ve mesleğimizin esasından olan ihlası ders veriyorlar.

Evet Üstadım! Takdir ve tebrike lâyık ulvî ve kudsî hizmetlerinize bir mükâfat olarak zehirler verilen, izzet-i ilmiyeyi muhafaza edip ilmi medar-ı maişet ittihaz etmediğinizden, zavallı rakipler, menfaatperest hodperest rakipler tarafından çürütülmek istenilen, resmen muhafaza vazifesini üzerine alanlar tarafından dahi en câniyane işkence ve tahkirlere maruz kalan bir şahsın âlem-i nura intikali, elbette ve elbette zâtı için en arzu edilen bir hâlettir.

Fakat aziz Üstadım! Biz senin bu kadar ızdırab ve meşakkatlerden, bu kadar cefa ve suikastlerden, bu kadar eza ve işkencelerden sonra azıcık olsun bu hayat-ı fâniyede her cihetten rahat ve saadetini arzuluyoruz ve rahmet-i İlahiyeden binler dillerle niyaz ederek bekliyoruz. Nefsin arzusuna olmayan, sırf misafiri olacağın talebelerinin hatırı için kabul edeceğin bu saadetin saadet-i bâkiyeye ne zararı var?

Evet aziz Üstadım! Siz fırsat buldukça “Benim şahsıma ehemmiyet vermeyiniz. Nurlar size kâfidir.” buyuruyorsunuz. Evet emirlerinize itaat ediyoruz, fakat sözden anlamayan, kayıd altına girmeyen letaifimize nasıl haber anlatalım? Onların manevi gözyaşlarını nasıl teskin edelim? Onların yaralarına nasıl merhem sürelim?

Evet Üstadım! Biz sana bağlı olduğumuz kadar ve aynı alâka ile Nurlara da bağlıyız. Biz sana meftun olduğumuz kadar, Nurların da meftunuyuz. Biz sana hayran olduğumuz kadar, Nurlara da hayranız. Kuran’ın sema-i manevîsinden tulû eden o âfitab-ı manevi ve şems-i hakikat olan Nurların mahall-i in’ikası, kalb-i şerifiniz değil midir? O bahr-i hakikat her ne kadar cennet-i Kuran'dan nebean ediyorsa da, senin o vâsi kalb-i azizine dökülüp orada cûş-u hurûşa gelerek bir âb-ı kevser, bir âb-ı hayat halinde kalem kanalıyla kalblerimize akmıyor mu? O kararmış kalblerden zulmet-i küfrü ihraç ve o ölmüş kalb ve ruhları âb-ı hayatıyla ihya eden Nurlar değil de nedir?

Biz Nurları senin mübarek elinle bulduk. Nur’u ve Nurları sevdiğimiz gibi, seni de seveceğiz. Buna kimse bir ad takamaz, bir ayıp bulamaz. Sana en ağır ve dinsizce tabirlerle iftira eden ve kendilerini âlim sanan feylesoflar, ehl-i dalaletin başına indirdiğin en ağır darbeler karşısında bile Nurların hakikatini inkâra cüret edebildiler mi? Neticesinde asâ-yı inkârlarını kırarak, Asâ-yı Musa’ya teslim olmadılar mı? Nur’un müellifinin ve onun kahraman hâdimlerinin ve Nurların yok edilmek istenildiği bir hengâmda inayet-i İlahiyenin imdadıyla hıfz ve hirasetiyle çürütülemeyen, mağlup edilemeyen Nurları çürütmek, artık kimin haddine düşmüş? Bizi yoldan çevirmek, bizi şüphelere düşürmek, inayet-i İlahiye bizim ile olduktan sonra hangi münkirin, hangi mülhidin haddidir? Hayatınızda da, âlem-i nura irtihalinizde de Nurlar yolundan dönmeyeceğiz, hizmette kusur etmeyeceğiz. Tasarruf-u maneviyeniz sayesi altında, ömrümüz oldukça Nurları neşre devam edeceğiz. Daima Risale-i Nur’u pişvâmız edinip her umûrumuzda iktida ve her halimizde iltica edeceğiz. Sözümüz yeminimizdir. Fakat Allah’ım, sizi başımızdan çok uzun seneler eksik etmesin. Rahmet-i İlahiyeden niyazmend olduğumuz noksanlarımızı da tamamlayalım.

Aziz Üstadım! Hem bu münazara-i nefsiye diye isim verdiğin mevzu, senin nefsanî arzuların sebebiyle değil, biz biçarelere ders vermek için, bizim en korkunç ve derin yaralarımıza merhem sürmek için kalbde tulû etmiştir. Zira ki Hazret-i Kuran’ın meşrik-ı manevîsinden işrak eden hakikat güneşinin ma’kesi olan bir kalbe zulmet duhûl edemez. Nurların menba-ı feyzi olan bir bahr-i bîpâyâna bulanık su akamaz.

Aziz Üstadım! Tekellüf ve hodfüruşluk, tasannu ve riya, seni çürütmek isteyen biçare rakiplerinin hal ve şanıdır. Eğer bu davada sadık olmasaydım ve iddiamda isabet bulunmasaydı, Nurlardaki kati tesirler olur muydu? Bu kadar hak ve hakikat yolcusu hayatını vakfederek, her an lüzum görülürse canını da fedaya söz vererek o Nurlara sarılırlar mıydı? Bu kadar küstah ve zalim düşmanlar karşısında hizmet-i Nuriyede sebat ederler miydi? Hayır! Ya niçin her felâketi gözönünde tutarak, başlarını koltuk altına alarak, hizmette kusur etmemeye çalışıyorlar? Bu yola bunları sevkeden saik ne? Evet o saik o ki, bütün talebelerin Nurlarda en ulvî, en kudsî hakikati iman ve îkanın yine Nurlarla verdiği nur-u ferasetle görüyorlar. Senelerce tarikat berzahlarında alamadıkları feyiz ve nuru, zevk ve süruru Risale-i Nur’dan alıyorlar. Hazret-i Fahr-i Âlem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizden veraset-i nübüvvet tarîkiyle gelen nur-u nübüvveti, Risale-i Nur’dan aldıkları bir nur-u imanla senin nâsiye-i kudsiyende ve dolayısıyla da Risale-i Nur’da görüyorlar. İşte Nurcuların Nurlardan, Nur hizmetinden bütün zulümlere rağmen ayrılamamalarının yegâne saiki budur.

Aziz Üstadımın en ufak emirlerine itaat etmekliğimiz şart iken, bizleri rızanız hilafında bu vâdide dolaştıran bir saik de, yine Nurların kudsî kamçılamasıdır. Çünkü sizin hakikat-i ihlası ders veren bu mütevaziane mektuplarınızı okuyan bazı insafsız kimseler sathi görüş ve düşünceleriyle Nurları piyasa-i âlemden kaldırmaya çalışacaklar. İşte bu ahmakane fikir sahipleri bugünden bize çürüttürülüyor. Rızanız hilafına hareketi Nurlar hizmetinde en büyük cinayet addeden bizler, bu yolda tahammül edemeyip rızanız hilafına müessir bir kuvvetin tesir ve tahrikiyle harekete mecbur oluyoruz. İşte bunun için bizleri affet Üstadım!

Aziz Üstadım! Ruh ve kalbini ve Nurlara teslim ve hayatını hizmet-i Nuriye-i kudsiyeye vakfeden ve Nurlar yolunda yegâne sahibini, seyyidini Nurlar kabul eden ve Nurları din-i mübin-i İslam’da bir imam-ı sâni ve bir nümune-i iktida tanıyan, aynı ruh aynı hissiyatı taşıyan şakirdlerini kusurlarından dolayı af buyur. Daire-i Nuriyeden, daire-i tedrisinden uzaklaştırma! Hatalarından dolayı gelmesi çok muhtemel şefkat tokatlarına şefi’ olup merhameten siper ol. Rahmet-i İlahiyeden de bu mübarek gecede niyaz ederiz ki, gerek Nurların tevessü ve intişarı ve gerek ümmet-i Muhammed (ASM) ve Nurcuların saadet-i bâkiyeleri ve idam-ı ebedîden kurtulmaları ve hususen nurcu kardeşlerimizin ihlas-ı tâmma muvaffak olmaları için, alettevâli devam eden külliyet kesbetmiş dualarınızı ism-i a’zam hakkı için, nur-u Kuran hürmeti için, Habib-i Rahman ve onun doğduğu bu mübarek gecenin şerefi için kabul buyursun, âmin, âmin, âmin.

Bilvesile mübarek ellerinizden, mübarek ayaklarınızdan öperek kusurlarımın affını tekraren niyaz ve kardeşlerimin selam ve hürmetlerini arzederim sevgili Efendim!

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Nurlar hizmetinde, Nurlar yolunda

çok kusurlu şakirdiniz, çok hakir ve zelil niyazmendiniz

Mustafa

Haşiye: Garip bir tevafuk: Şu mektubu kaleme alırken karşımda muhatabım Nurların tercümanı Nur Üstad.. sağımda günlerden beri beklediğimiz merhum Hâfız Ali kardeşimizin Fuad Efendi’ye hediye edilip bu akşam üstü elimize bir kandil hediyesi gibi tevdi edilen ecza-yı Nuriyeler.. solumda hanedan-ı Nur’un müstakbel bir talebesi üç gündür hariçte iken evimize bu akşam avdet eden masum Nuriye.. işte bu gece, Süleyman Çelebi merhumun “Doğdu ol saatte ol sultan-ı din, nura garkoldu semavat ve zemin” diye tarif ettiği, tavsif ettiği Rahmeten li'l-âlemîn’in (a.s.m.) meşîme-i kerîme-i Hazret-i Âmine’den bişşerefi vessaadet kademnihâde-i zemin oldukları leyle-i münevvere. (12 Rebiülevvel)

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.462