Emirdağ-I 349: Denizli Ahmedlerinin bir mektubu

Lahika'ya..

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.”

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

“Hiçbir şey yoktur ki O'nu hamd ile tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi, 17:44)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri, ebedî ve dâimî olarak üzerinize olsun.”

Aziz ve kıymetli, müşfik, sıddık çok sevgili Üstadımıza!

Hakîm-i Zülcemal, Rahîm-i Zülkemal, Mukîm-i Zülcelal-i ve'l-İkram Hazretlerine hesabsız ve tadadsız hamd ve şükür olsun ki, bizim gibi dalalet çukuruna hemen hemen düşmüş ve tâife-i insaniyeden uzaklaşmış gibi olan biçarelere “kardeş” ve “talebe” kelimesiyle hitap ediyorsunuz.

1350 senedenberi misli görülmeyen ve ehl-i hakkı hayrete düşürüp titreten bu karanlıklı zulümatlı asr-ı fesadîde ve medeniyet-i avrupaiye ve tabiiyyûnun senelerden beri fırsat beklerken asr-ı mezkurdan istifade ederek belde-i İslamiyeyi istila edip bazısını evhamla ve bazısını zevkini okşayan ihtişam ve açıklığıyla ve kendilerine bend ettikleriyle de kalmayarak beşikteki çocuktan ta en ihtiyar çocuk haline gelen ihtiyarları bile aşılayıp sarhoş ettikleri bir sırada Kuran-ı Mu'ciz-ül Beyanın eczahane-i kudsîsinden çıkan şifa-yı nuriye fabrikasının tezgahında bir hizmetçi olarak bulunup Süfyan komitesinin o taaffün etmiş aşısından kurtulduğumuz bizim için ne büyük saadet, ne yüksek izzet, ne tatlı lezzet, ne üstün bir nimet, ne azîm fahr, ne a'lâ sürûr, ne âlî bir şeref olduğundan, o mübarek fabrika-i nuriyenin müdürüne meftun ve tezgahında bir hizmetçi olduğumuza da memnun ve medyunuz. Çünkü asırlardanberi misli görülmeyen bu güzel esere, şimdiye kadar nûş edilmeyen bu güzel kevsere cümle nurcu kardeşlerimizle Denizli Kahramanı Hasan Feyzi'nin vârisi sıfatıyla bilhassa Cemiyet-i Mübarek'e mal ve canımızı fedaya hazırız.

Büyük Üstadımız, o büyük rehber ve şefiimiz olan Resul-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimizin

مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِأَةِ شَهِيدٍ

“Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük eder yapışırsa, ona yüz şehid ecri, sevabı vardır.”

fermanında buyurduğu gibi, böyle bir zamanda temessük uğrunda ve böyle bir şehadetlik her insana müyesser olabilir mi? Üstadımız! Biz biçareler “Hayır, hayır.. Her insana müyesser değildir” diyoruz. Çünkü bu mertebe-i âliyeyi kazanmak görünüşte o kadar tehlikeli o kadar karanlıklı ki, herkes bunu idrakten acizdir. Layıkıyla yapışan bu sevabı alacağı aşikar. Fakat bu uğurda dönmemek için de feda-yı can etmek nurun-alâ-nur değil mi, Üstadımız? Zaman-ı câhiliyette Şefiimiz, Seyyidimiz Resûl-ü Ekrem Efendimiz Hazretlerinin din-i İslamı süratle meydana getirmek üzere Zülfikar'ı İmam-ı Ali Kerremallahü vechehü Hazretlerinin eline vererek o mübarek zat dahi imana gelmeyenlere saldırdığında sahihen rivayet edildiği gibi, şimdi de aynı ismi taşıyan ve ilim güzergahı olan Risale-i Nur’un güzide-i hulasası “Zülfikar” ismine mutabakatı için bir yazılışında beşyüz Risale-i Zülfikar-ı Nuriye yazdığı da bir harika değil midir? Bu harika ki, o zamanda manen yetmiş arşın uzayan mübarek Zülfikar'ın, şimdi en son Zülfikar olan Risale-i Nur’un zübde-i hulasası bu mübarek ise, beşyüz arşın ve hatta bütün dünyayı istila ettiğini görüyoruz. Bu hakikat değilmidir, Üstadımız? Elhamdulillah ve Barekâllah deriz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

“Bâkî olan sadece O’dur”

Nur şakirtleri namına

Ahmedler

Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, c.2, s.468